Opinion

Quo vadis homo sapiens

Hangi dünya daha umut vericiydi insanca bir yaşam kurabilmek için. 1950’ler mi, 2020’ler mi. Soru yakıcıdır. Bir soru daha var sorulması gereken. Geleceği kim ya da kimler kuracak. Doğrusunu söylemek gerekirse ABD başkanı Trump ya da Büyük Britanya Başbakanı Boris Johnson, hatta Merkel veya Kuzey Kore lideri, Rus lider vb. lerinin aklıyla kurulacak olanın yeni bir dünya olmayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok.

İnsan, ah insan! İnsan ve onun yarattığı uygarlık üzerine, her bir insan tekinin dünyadaki varlığının anlamı ve insanlığın dünyadaki varlığının anlamı üzerine, o en eski soruları yeniden sormak gerekiyor. Bu gerekliliği yaratan koşullar gene insanın kendi eliyle yarattığı koşullardır belki de. Hoş, belki de değildir. Ancak hangisi olursa olsun insanın kendi varlığının özü olan anlam arayışına çok uzun zamandır ihtiyaç duymadığı hatta postmodern düşünceyle birlikte böylesi bir ihtiyacın neredeyse ‘’ahmaklık’’ olarak damgalandığı bir dönemi noktalamak üzereyiz. Tüketin çağı olarak da adlandırdığımız bu dönemin insanın kendi bilinçli tercihi ile değilse bile şartların zorlaması ile bir şekilde eskisi gibi devam etmeyeceğini varsayabiliriz. Ancak önemli ve can yakıcı soru bu dönüşümün nasıl olacağıdır. Yukarıdan yani bildiğimiz siyasi iradelerin toplamı olan ve aşırı tüketimin kapitalizmin sürdürülmesi için gerekli ve meşru bir yol olduğunu savunan güçler bu dönüşümde ne kadar ve nasıl etkili olacaklardır. İnsan tekinin kendi toplumu, topluluğu içinde, hatta ulusal seviyede tekrardan kaldığı yerden tüketerek var olmayı isteyeceğini düşünmüyorum. Hatırı sayılır sayıda insanın korona salgını ve doğanın tahribatı arasında bir bağ olduğunu kavradığını ve bu insanların giderek çoğaldığını görüyoruz. Kirletilen dünyamızda yaşamanın giderek zorlaştığını, anlamsızlaştığını ve neredeyse imkânsız hale geldiğini idrak edenler de çoktur. Her gece televizyon ekranlarında saatlerce konuşan bilim insanları sözü eninde sonunda bu noktaya getirmek durumunda kalmaktadırlar. O nokta ise aşırı tüketime dayalı yaşam tarzımızın diğer canlılar ve gezegenimiz üzerindeki etkisinin virüsün küresel çapta bir salgına dönüşmekteki yadsınamaz rolüdür.

Tüketim için üretim kapitalist düzenin temel yanlışı olarak sırıtmaktadır. Endüstri devrimi ile başlayan sürecin 1929 buhranına rağmen bildiği yoldan -ki kolay olandır o- hiç şaşmadan yoluna devam ettiğini ve aradaki irili ufaklı krizleri saymazsak yüz yılı bulmadan tekrar o noktaya geldiğini görüyoruz. Arada önemli bir fark var ama. Dünya 1929’daki dünya değil. Kaynakları tükenmiş, suları, havası kirlenmiş, ozon tabakası delinmiş, insan hayatının devamı için de gerekli bir çok canlı türü yok olmuş, nüfusu sekiz milyarı bulmuş bir dünya bu. Hatırı sayılır her devletin nükleer silaha sahip olduğu, bilgilerin siber alemde saklandığı, yapay zekanın insan aklının yerine alternatif olarak pazarlandığı, robotların zaten var olan işsizliği daha da artırmak üzere giderek her alandaki varlığını artırdığı bir dünya.

Hangi dünya daha umut vericiydi insanca bir yaşam kurabilmek için. 1950’ler mi, 2020’ler mi. Soru yakıcıdır. Bir soru daha var sorulması gereken. Geleceği kim ya da kimler kuracak. Doğrusunu söylemek gerekirse ABD başkanı Trump ya da Büyük Britanya Başbakanı Boris Johnson, hatta Merkel veya Kuzey Kore başbakanı, Rus lider vb. lerinin aklıyla kurulacak olanın yeni bir dünya olmayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Onlar süratle eski, mahvedici, kahredici dünyayı tekrardan geçerli kılmak isteyeceklerdir. Bunun işaretlerini şimdiden veriyorlar. Bütün bildikleri odur çünkü. Yeni ve eskisinden farklı, küçülmeyi göze alan hatta planlayan, tüketim için değil ihtiyaç için üretimi hayatın yasası haline getiren bir yaşam tarzını sadece sıradan insan ve onun kendi içinden çıkardığı yepyeni öncüler tasavvur edebilir. Bu tasavvur bir tohum ve hep topraktadır. Onu sulayacak yağmurların yağacağı mevsimde değiliz henüz. Ancak o mevsimin gelme ihtimali de hiç bu kadar güçlü olmamıştır. Eski yıkılmadan yeninin kurulamayacağı aşikârdır. Bundan dolayıdır ki eskiyi modifiye ederek kaldığımız yerden devam etmenin arayışına girecektir ki hali hazırda girmiştir tüketim toplumunun yaratıcıları. Bu bağlamda tabiat ananın kendi ritmi çok önemli. Zira tarihin hiçbir döneminde insan tabiat kadar yıkıcı olmamıştır ve bu sefer tabiatın yıkıcılığı yeni bir insanlığın doğuşu için belki de bir şans olacaktır. Hep öyle olmuştur, en azından Nuh Tufanından beri… ve hep aynı temel tercih hatasına düşmüştür insanlık. Bu sefer farklı olabilir mi. Kim bilir.

Show More

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button