AmericasChinaDiplomacyElectionsForeign PolicyPoliticsTurkish

Çin Neden Trump’ın Kazanmasını İstiyor?

Pekin’in Doğu Asya ve dünya üzerindeki etkisini genişletmek için, dört yıl daha cazip fırsatlar sunulabilir.

MICHAEL SCHUMAN

Ülkedeki ve dünyadaki herkes gibi, Çin’in liderleri de muhtemelen Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan çekişmeli başkanlık kampanyasını izliyor ve bunun onlar için ne anlama geldiğini merak ediyorlar. Donald Trump’la dört yıl süren gürlemelerinden sonra, Çinliler bir Demokratın Beyaz Saray’ı ele geçirmesini umarak Kasım seçimine ayları, haftaları, günleri ve dakikaları sayıyor olmalı, değil mi? Trump kesinlikle buna inanıyor. Çinliler hakkında Trump; “Sleepy Joe Biden’in başkanlık yarışını kazanması umutsuzlar, bu yüzden ben gelene kadar onlarca yıldır yaptıkları gibi ABD’yi soymaya devam edebiliyorlar!” tweetini göndermişti.

Bu tam olarak doğru değil. Pekin’in perspektifinden bakıldığında, Demokratik bir başkanlık daha öngörülebilir bir Amerikan diplomasisi biçimini yeniden canlandırabilirken, bu Çin’in çıkarlarına en iyi şekilde hizmet etmeyebilir. Aslında, dört yıl daha – muhtemelen sıkıntı ve anlaşmazlıklarla dolu olsa da – Trump, Çin’in Doğu Asya ve dünya üzerindeki etkisini genişletmesi için cezbedici fırsatlar sunabilir.

Tabii ki, Çin’in kıdemli kadrolarının neyi tercih ettiğini veya kendi aralarında aynı fikirde olup olmadıklarını kesin olarak bilemeyiz. Hiçbir aday People’s Daily‘den bir onay beklememelidir. Yine de hala ipuçları var. Oldukça sıra dışı bir yorumda bulunan, eski Çin ticaret müzakerecisi Long Yongtu’nun geçtiğimiz yılın sonlarında bir Shenzhen konferansında “Trump’ın yeniden seçilmesini istiyoruz; bunun olduğunu görmekten memnuniyet duyarız.” demişti. Başkan’ın tweeti “onu çözmeyi” kolaylaştıdığını söyleyen Long, böylece “müzakereler için bir rakipte en iyi seçenek” olmuştur. Mayıs ayında, Komünist Parti tarafından yönetilen Global Times gazetesinin açık sözlü editörü Hu Xijin, “Çinliler, Trump’ın yeniden seçilmesi istiyor çünkü sen Amerika’yı daha delidolu ve dünya gözünde kötü hale getirebilirsin. Çin’deki dayanışmayı desteklemeye yardımcı olursun.”  şeklinde bir tweet atmıştı. Hu ayrıca, “Çinli netizenler sana Çin’i inşa etmek için yardım eden anlamına gelen ‘Jianguo’ diye sesleniyor” dedi. Long ve Hu, Pekin liderliği için konuşmuyor olabilirler, ancak görüşleri iktidarın iç halkasında yasak olsaydı, hiçbir Çinli resmi veya devlet-medyasındaki şahıs bu tür açıklamaları kamuoyunda riske atmayacaktı.

Peki ne oluyor? Birçok Amerikalı, Trump’ın Çin’e karşı çıkan ilk başkan olduğuna inanıyorlar. Ne de olsa, Trump yönetimi Çin’in ihracat tarifelerini yüzlerine vurdu, ki en önemli şirketlerinden ve yetkililerinden bazılarına yaptırım uyguladı ve Pekin’e ticarette adil oynamaları için baskı yaptı – ve Çinliler daha fazlasını mı istiyor? Elbette, Pekin en büyük müşterisiyle maliyetli bir ticaret atışmasından kaçınmayı tercih ederdi. Ancak Trump, Pekin’in en üst kadrolarının kalbinde beklediğiniz kadar dehşet yaratmayabilir.

Claremont McKenna Koleji’nde Çin siyaseti uzmanı Minxin Pei, “Onun(Trump), Çin’in hoşlanmadığı, bazı içgüdüsel hisleri var, ama Çin’in gerçekten aklına gelmeyen, hislere sahip” dedi. “O, gerçekten Çin’i ideolojik bir rakip olarak görmüyor. Fiyat düzenlenirse, Trump ikna olabilir.”

Çin için, bu bir çözümdür. Her ne kadar Trump bazen siyaset ve insan hakları konularında -özellikle Pekin’in son derece hassas olduğu konularda(kısa bir süre önce, Çin hükümetinin azınlık Uygurlara yönelik kötü muamelesi üzerine yaptırım uygulamak için mevzuat imzalanmıştı)- harekete geçmesine rağmen, o çoğu kez kendi adına ilgisiz ve hatta kibirli görünüyordu. Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın yeni kitabında, Trump’ın Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’e Osaka’daki akşam yemeği için Pekin’in Uygur topluluğunu kontrol etmek için inşa ettiği gözaltı kamplarının yapılması gereken doğru şey olduğunu söylediğini idda etmişti. Ayrıca, Trump geçtiğimiz günlerde çok istediği Çin’le olan ticaret anlaşması için, müzakereleri kolaylaştırmak amacıyla kamplarla ilgili yetkililere yaptırımları ertelediğini de itiraf etti.

Trump, Pekin’in Hong Kong’da demokrasi yanlısı protestoculara yönelik yoğun baskılarına benzer bir tereddüt gösterdi. Başkan Trump, Pekin’in son hareketine karşı katı ceza vereceğine sözü vermişti, ki Hong Kong’a kalan direnişi ortadan kaldırmayı amaçlayan bir ulusal güvenlik yasasını dayattı ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bu hareketin üzerine belli başlı açıklayıcı beyanlar ve tehditlerde bulundu. Ancak Trump’ın Hong Kong davasına olan bağlılığı çoğu zaman ilgisiz görünüyordu. Geçen yıl milyonlarca insan şehirde yürürken; o, protestoları “isyanlar” ve tamamen Çin meselesi olarak nitelendirerek, bir noktada Komünist Partisi’nin sahasını bile ağızdan destekledi.  Geçen Ağustos ayında, Trump: “Bu Hong Kong ile Çin arasında, çünkü Hong Kong, Çin’in bir parçasıdır” demişti.

Ticaret konusunda bile -ki en sık tweet’lerinde yer alan konudur- Trump, iradesiz olduğunu kanıtlamış oldu. Çinli müzakereciler, Amerikan iş dünyası için en kritik olan konuların tartışmasını, -örneğin Çinli rakiplerini ağır bir şekilde mali destek sağlayan devlet programlarını- henüz gerçekleşmemiş olan müzakerelerin “ikinci aşamasına” itiraz etmeye, onu ikna ettiler. Bunun yerine, Trump; Ocak ayında imzalanan ve çoğunlukla Çin’in Amerikan çiftlik ürünlerinin geniş satın-alımına odaklanan, ancak Pekin’in ayrımcı uygulamalarını değiştirmek için çok az şey içeren, daha dar bir “birinci aşama” anlaşması yapmıştı.

Trump dünya sahnesinde Çin’in büyüyen prestijini kontrol altına almak için çok az şey yaptı. Yönetiminin; uluslararası kurumları hafife alması, içlerinden Çin’e nüfuz etti ki; en önemlisi, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilmesini duyurmasıydı. Pompeo, Xi’nin gözde diplomatik programını, yani altyapı inşa eden Kuşak ve Yol Girişimi’ne  defalarca değindi; ki bu, kuşkusuz zayıf ulusları ağına düşürmek için tehlikeli bir tuzak olsa da, Trump yönetimi bir alternatif sunmak için uğraşmadı. Pekin’in neredeyse tüm Güney Çin Denizi’ne yönelik çekişmeli iddiasını, seyrüsefer özgürlüğünü desteklemek için tartışmalı sulardan gönderilen deniz misyonlarının sıklığını artırarak; Trump, daha agresif bir şekilde itiraz etti, ancak bunu Güneydoğu Asya’daki herhangi bir istikrarlı diplomasi ile takip etmedi ve kendisi genellikle konuyu görmezden geldi.

Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nde Asya Denizi’nin Şeffaflık Girişimi direktörü Gregory Poling, “Çin’in liderliği, Güney Çin Denizi’ni kazanmamış olsalar da kesinlikle kazanacaklarından oldukça emindir” açıklamasında bulundu. Bunun önlenmesi için ABD tarafından yürütülen kolektif bir uluslararası çaba gerekecek, ancak Poling “bunun Trump yönetimi altında gerçekleşmeyeceğinden emin olabilirsiniz” dedi.

Pekin’in başka bir Trump ifadesini önemsememesinde yatan ana neden şudur: Onun dış politika tarzı -tek taraflı, kişiselleştirilmiş ve dolar&kuruş konularına sabitlenmiş- Amerika’nın geleneksel ittifak sistemini ciddi şekilde zayıflatmasıdır. Başkan Barack Obama, Asya’ya bir “dayanak” girişiminde bulunurken, Trump bölgeye, özellikle ticaretin ve Kuzey Kore’nin Kim Jong Un’u ile olan geçici anlaşmalarının ötesinde, sadece ara sıra ilgi çekti. Pekin, Trump’ın Amerika’nın bölgedeki en yakın iki müttefiki -Güney Kore ve Japonya- ile olan ilişkilerini;  bu ülkelerdeki ABD askeri üslerinin maliyetleri ve ticareti üzerindeki ısrarcı ve küçük didişmeleri ile, gerdiğini kaydetti.

Bu gayet Pekin’e uyuyor. Washington geri çekilirken, Çin öne doğru ilerlemeye çalışıyor. Pekin, Trump başkanlığı boyunca giderek daha iddialı hale gelmiştir. Çin propaganda örgütü, başkanlık ve Amerikan demokrasisi ile alay etmek, ABD küresel liderliği hakkında şüphe uyandırmak ve Çin’i daha sorumlu bir dünya gücü olarak sunmak için; Trump’ın koronavirüs pandemisine verdiği acıklı tepkisinden faydalanıyor. Global Times’dan Hu, Trump’ın çırpınmalarıyla gününü geçiyor ve neredeyse her gün alay ediyor. Haziran ayında Trump hakkında “Salgını nasıl kontrol edeceğiniz hakkında hiçbir fikriniz yok.” diye bir tweet atmıştı. “Eğer huysuz Amerika bu dünyada bir şahsiyet olsaydı, o kadar kötü biri olurdu ki…” Başka bir sefer de, “Washington oldukça aptal” diye bir gönderide bulunmuştu.  Çin’in Birleşik Krallık Büyükelçisi Liu Xiaoming, üstün virüs yakalama yetenekleriyle Çin’in hükümeti “virüsü yenme konusunda uluslararası güveni artırdı” dedi. (Bu yorumların küresel kamuoyu üzerinde somut bir etkisi olup olmadığı net olmaktan uzak olsa da, Çinli diplomatların ve yetkililerin çoğu bunları kesinlikle etkili olarak görüyor.) Çin’in bakış açısına göre; Trump, farklı olduğu kadar çetin değil. Önceki başkanlar, mevcut küresel düzenin kuralları içinde Çin’i baskı altına almaya çalıştılar; Trump ise bu sistemin dışında hareket etmeyi tercih ediyor. Örneğin, onun elçileri, Çin’in haksız ticaret uygulamalarına meydan okumak için Dünya Ticaret Örgütü’ne başvurmuş ve 2004 ile 2017 başı arasında 21 şikayette bulunmuştu (güçlü bir başarı kaydıyla). Dünya Ticaret Örgütü’nü açıkça küçümseyen Trump yönetimi, yalnızca iki şikayet sunmuştu ki, bunlardan biri Trump’ın kendi tarifelerine karşı Çin’in misillemesine bir cevaptı. Önceki başkanlar, özellikle Avrupa ve Doğu Asya’da, Çin’i kurallara göre oynamaya zorlamak gibi, benzer çıkarlara sahip diğer güçleri kazanmaya çalışırken; şimdiki bu Beyaz Saray, ağır tarifeleri tehdit ederek, NATO’yu eleştirerek ve Batı’nın en etkili liderlerinden bazılarına kişisel saldırılar düzenleyerek Avrupa Birliği’nin çoğunu yabancılaştırdı. Bu arada Trump, Asya’da, Amerikan bağlarını müttefikleriyle pekiştirmeyi amaçlayan bir anlaşma olan Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çekildi.

Bu anlamda, Washington’un arkadaşlarıyla yakın çalıştığı ve uluslararası norm ve kurumların arkasında durduğu, daha “normal” bir Amerikan dış politikasına sahip bir başkan, Çin için iyi değildir. Demokrat aday, Joe Bide ise Çin’i izole etmek ve Çin’le yüzleşmek için bir ülke koalisyonu kurma sözü verdi. Biden, “Diğer demokrasi yoldaşlarıyla bir araya geldiğimizde gücümüz iki kattan fazladır” dedi. “Çin, küresel ekonominin yarısından fazlasını göz ardı edemez.” diye de ekledi. Bu, Trump’ın değil, Çinli kaygılarının meselesidir.

Kasım ayında kim kazanırsa, Çin’e yönelik politikanın yumuşama olasılığı düşüktür. Washington’da, siyasi koridor boyunca Çin’in ABD için stratejik bir tehdit olduğu konusunda yakın bir fikir birliği oluştu ve saati, sabırlı Amerikan katılımının daha sakin günlerine geri döndürmenin bir yolu olmayabilir. Asya Denizi’nin Şeffaflık Girişimi direktörü Poling, “Solda bile, çok daha az barış yanlısı kaldı” dedi. “Şimdi gelen bir Demokrat, Çin söz konusu olduğunda Obama gibi bir Demokrat olmayacak. Bu artık siyasi olarak mümkün değil.” diyerek ekledi.

Claremont McKenna’dan Pei, Pekin’deki bazılarının; en azından başta Demokratların kendi yerel önceliklerine odaklanması nedeniyle çekişmelerde bir duraklama olmasını ummaları halinde, yine de bir Biden zaferini tercih edebilecekleri tahmininde bulundu. Ancak Çinlilerin pişmanlık duyabileceğini de söyledi. Pei, “Trump’ı destekleyen halkın, yalnızca ABD’nin Çin’e ölümcül bir darbe indirebileceğine inanıyor.” dedi. “Demokratlar muhtemelen Çin’e karşı çok daha birleşik bir cephe oluşturmak için müttefiklere ulaşacaklardı. Eğer Demokratlar başarılı olursa, Çin uzun vadede çok daha zor bir durumda olacaktır.”

Source: MICHAEL SCHUMAN @The Atlantic

Source
The Atlantic
Show More

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button